16 Mart 2013 Cumartesi

5 O KİŞİ SİZ OLABİLİRDİNİZ

beniengelleme.orgGünlerdir nasıl yazsam, onu ve projesini nasıl anlatsam diye düşünüp duruyorum. Röportaj tadında olsun istemiyorum, hikaye ile anlatsam fazla duygu sömürüsü olur, ki o bundan hiç hoşlanmaz. Kaldı ki onun yanında duygusallaşmak mümkün değil çünkü inanılmayacak derecede eğlenceli... Sadece gıcık olduğu durumlar var etrafında o yüzden zaten tüm bu sosyal proje derdi.

Şimdi elinize sıcak bir kahve ya da bir çay almanızı, sessiz bir yere geçmenizi ve içimizden birinin hayat gerçekliğini okumanızı tavsiye ediyorum.


Onu çok uzun süredir tanıyor olmama rağmen bugüne kadar hiç bu konulara girmemiştik. Girmememizin sebebi o değil, diğer insanların yaptığı gibi benimde sormaya çekinmemdi. Halbuki çevresindeki arkadaşlarını örnek alsam işim çok daha kolay olabilirdi. Kendine has arkadaşları vardır onun etrafında aynı onun gibi oldukça rahat.

Benim kırılma noktam son yaptığı proje oldu. Kendi mücadelesini vermesi ve bilinçlendirme çabası takdire şayandı gerçekten. Ve ben hem bu projeyi bize anlatsın istedim hem de madem biz arkadaşız, onu ve yaşadıklarını ondan bundan değil bizzat kendisinden duymak istedim.

Onunla konuşmak düşündüğüm kadar zor olmadı. Ne yalan söyleyeyim, o kadar rahat ki ister istemez siz de rahatlıyorsunuz karşısında.

Konuşmaya başlarken hikayesinin çok iç açıcı olmadığını dile getiriyor ama "bu benim gerçeğim" demeyi de ihmal etmiyor.

Niyazi Koçak.1978 İzmir doğumlu. Ege Üniversitesi Tekstil Mühendisliği' nden mezun. On senedir Hugo Boss İzmir'de çalışıyor. Sempatik bir aileye ve fazla sıcakkanlı arkadaşlara sahip, bu yüzden de kendini çok şanslı görüyor. Zaten onlar olmasa "hayat bana daha zor olurdu" diye de gerçekçi davranıyor. Onların sayesinde tüm bu içine düştüğü kaosun hakkından geldiğini özellikle belirtiyor.


Nasıl mı kaza geçiriyor? Herşey 1997 yazında yani üniversitenin ilk yılında kuzeniyle  yola çıktığı bir tatil macerasında başlıyor. İki kafadar yaz tatilinde çalışmak için Didim'e bir arkadaşlarının işletmesinde garsonluk yapmak için yola çıkıyor. Maksat İngilizce'yi ilerletmek. Maalesef ki daha kendilerini yabancı ellere teslim etmeden önce, vardıkları akşam kaza geçiriyorlar.


Biraz daha detay vermek gerekirse, vardıkları ilk gün delikanlı heyecanıyla bugün biraz gezelim diyorlar. Arkadaşlarının arabasına binip fethe çıkıyorlar. İşte tam burada patlatıyor espiriyi ve diyor ki " kaza geliyorum der Semra" "Neden?" "çünkü bindikleri  araba Tofaş Serçe ve onlar arabada beş kişi... Birlikte gülüyoruz.

Siz de hatırlarsınız ki o zamanın favorilerinden biriydi Tofaş,Serçe; bir Almanya'dan gelen Mercedes bir de o vardı piyasada.

Akşam gezerlerken polis durduruyor. Neden? Arabalarının plakası düşmüş diye, yalvar yakar polisin elinden cezayla kurtuluyorlar.

Arabayı " ben kullanmıyorsam alışkanlıktan hiç solda oturmam" diyor ama o gün şoför koltuğunun arkası ona denk geliyor. "O güne kadar arabada uyumuşluğum yoktur" diyor, mide bulantısından istese de uyuyamadığını belirtiyor. Ama o gün ne hikmetse arabada uyuya kalıyor. Ve kaza anı...

Şoför koltuğunda oturan arkadaşlarının dayısı, yanında kuzeni oturuyor, Niyazi şoför koltuğunun arkasında ve yanında da iki arkadaşı. Karşıdan gelen arabaya çarpmamak için şoför direksiyonu kırıyor ve kendilerini sol taraftan yol kenarındaki direğe sarılmış olarak buluyorlar.


Niyazi'nin omurgası kırılıyor, omurilik zedeleniyor, kaburgaları kırılıyor ve akciğerleri parçalanıyor. Zaten hayati tehlikesinin nedeni akciğerleri. Dolayısıyla Niyazi kazadan ancak beş gün sonra ameliyata alınabiliyor. Bu da bir daha yürüyememesini tetikliyor çünkü normal şartlarda omurilik zedelenmelerinde yirmidört saat içinde müdahale edilmesi gerekiyor.

Kuzeninin beli kırılıyor, çenesi çıkıyor ve omuzu kırılıyor ama omurilik zarar görmediği için o yürüyebiliyor. Sağ tarafta oturan diğer iki arkadaşı çiziklerle kazayı atlatıyor.Ve kazadan üç ay sonra öğreniyor ki şoför hayatını kaza anında kaybediyor.


Daha da detaya girelim. Kazadan sonra ilk Didim Devlet Hastanesi'ne götürülüyorlar. O sırada ailesine haber veriliyor. Hastaneye gelen ilk annesi ve doktorlardan aldığı haber " uzun boylu olanın durumu biraz daha iyi (yani kuzeni), ama uzun saçlı olan gidici (o da Niyazi)". Hastanede yeterli teçhizatın olmamasından dolayı İzmir'e sevk edilmeleri gerekiyor, hatta hastane o kadar kötü durumda ki iki tane ambulans gerekmesine rağmen yokluktan tek ambulansla İzmir'e sevk ediliyorlar. Yani ortada 'kelle koltukta' durumu var.


İzmir'de ilk Bozyaka SSK'ya götürülüyorlar. Orada  geçen sürede ailesinin aktarımına göre doktorlar ilk kuzenine müdahale ediyor hatta Niyazi'den ümidi kestikleri için onunla hiç ilgilenmiyorlar bile.  Tabi bu Niyazi'nin ailesini doğal olarak öfkelendiriyor, evlat endişesi olan her ailenin vereceği tepki gibi oğullarını alıp bu sefer İzmir Tepecik Hastanesi'ne götürüyorlar, fakat burada da durum diğerlerinden farklı değil. Artık son çare araya aracı sokarak Ege Üniversitesi...


Ege Üniversitesi'nde Reanimasyon Servisi'ne yatırılıyor, bu sırada iki kez kalbi duruyor, kalp masajı yapılıyor, fayda etmiyor ve adrenalin iğnesiyle dünyaya dönüyor. Zaten daha sonra da gözünü orada açıyor.

Ne kaza anını ne de aradan geçen bir kaç günü hiç hatırlamıyor. Hatta ''ne olduğunu bile anlamakta güçlük çekiyorsun'' diyor ama anladığı bir tek şey var o sırada, ayaklarını artık oynatamadığı. Kendinde olmadığı sürede yaşananları hep ailesi daha sonradan anlatıyor.


( Reanimasyon Servisi : İleri derecede bozulmuş ya da geçici olarak durmuş yaşamsal işlevleri normale getirmek amacıyla kullanılan yöntemlerin bütünüdür. )

Kaza anında uyuyor olmasını şans ya da şansızlığım diye anlatıyor. "Uyumasaydım belki direncim olabilirdi" diyor. Bir ay hastanede, daha sonra üç ay evde sırtüstü tavana bakarak yatıyor, sonra da Ankara'da rehabilitasyon servisinde dört ay kalıyor.

Ankara'daki hastaneye ilk yattığı gün yaşadığı hayal kırıklığından bahsediyor, çünkü hastanenin toplama kampından farkı olmadığını belirtiyor. Orada değişik günleri olduğunu, çok değişik insanlarla karşılaştığını dile getiriyor. (Orada zaman geçirdiği Mehmet Ali abisini hiç unutmuyor )

"Türkiye'nin en iyi rehabilitasyon hastanesi diye gitmiştim oraya" diyor ve çok büyük hayallerle gittiğini belirtiyor. "Yürüyeceğim" diye gidiyorsun ama sonunda rehabilitasyonun gerçek amacını öğreniyor insan, diye ekliyor.

Rehabilitasyonun asıl amacı, hastayı gerçek hayata hazırlamaktır diye açıklıyor.Yani benim gibi insanları diye ekliyor.


Orada geçirdiği tahlillerden bahsetmek bile istemiyor. Ona hiç bir doktorun doğrudan "yürüyemeyeceksin" demediğini dile getiriyor. Yine ailesinden alıyor haberleri. Doktorlar babasına söylüyor ilk, babası da bir süre sonra Niyazi'ye ama zaten o kadar süreçten sonra "yürüyememe ihtimali" hep aklının bir köşesinde oluyor insanın diyor. Bu nedenle de onun için çok büyük yıkım olmadığını söylüyor.

Ve o zamanın Ankara'ya ilk ve son gidişi olduğunu belirtiyor. Bir daha da mecbur kalmadıkça gitmeyi düşünmüyor.


İşte ben tam burada duruyorum ve inanmakta zorlanıyorum. Kendimi yerine koymaya çalışıyorum, empati kurayım istiyorum ama olmuyor. Israrla "nasıl kabullendin?" diye soruyorum. Sonunda bunalmış olacak ki bir tık daha detaya iniyor.

İlk bir yılın çok zor geçtiğini itiraf ediyor. Kabullenmek için özel bir şey yapmadığını söylüyor ve durumunu "Ölümün Beş Safhası" yla anlatıyor.


( Ölümün Beş Safhası : Ölüm döşeğindeki hastaların, ölümü nasıl kabullendikleriyle ilgili bir teori. )

1. Reddetme
2. Öfke
3. Pazarlık
4. Depresyon
5. Kabul Etme


Birinci evre reddetme; önce reddederek başlıyorsun diyor "böyle bir şey asla benim başıma gelemez, bu yakında geçecek ve ben yeniden yürüyeceğim", bunun olmuş olma ihtimalini bile reddediyorsun diyor.

Ardından ikinci evre 'öfke' geliyor, yavaş yavaş kızmaya başladığını, bunun neden kendi başına geldiğini düşünmeye başladığını söylüyor." Dışarıda milyonlarca insan var, neden ben" diye sorguladım diyor.

Biraz daha zaman geçince insan pazarlık yapmaya başlıyor diyor. Nasıl mı? " Allah'ım bir yürüyeyim bir daha şunu yapmayacağım, iyi bir insan olacağım gibi..." diyerek açıklıyor pazarlık durumunu. Bir şekilde pazarlık konusu haline getirdiğin durumlar oluyor diyor.

Bazen bunlar birbirini takip eden evrelerde olmayabiliyor, ara ara iç içe geçtiği zamanlar olabilir diye ekliyor.

Ama ondan sonra hakikaten bir ara ümitsizliğe düştüğünü, depresyona girdiği dönem olduğunu anlatıyor. İşte bu dönemde yalnız olmamak gerektiğini belirtiyor ve kendini bu konuda çok şanslı görüyor, çünkü hiç yalnız kalmadığını, günlerce ailesinin ve arkadaşlarının yanında olduğunu söylüyor

Ve son aşama. Son aşama da "kabul" diyor. Bunun bir tek onun başına gelmediğini, herkesin başına gelebileceğini, ama o kişinin şu an kendisi olduğunu ve bu şekilde hayata nasıl devam edeceğini düşünmeye başladığını söylüyor.

"İşte Semra" diyor, "bu evrelerin hepsini nasıl atlattın" diye sorarsan" tek bir cevabım var" diyor; Yanımdakilerle...






beniengelleme.org







































Niyazi'yi daha fazla geçmişle ilgili zorlamıyorum ve sonunda geliyorum " Beniengelleme.org" projesine...

Beni engelleme projesine geç bile kaldığını, çok uzun süredir aklında olan bir proje olduğunu dile getiriyor, tabi yaşadıklarının tetiklediğini de eklemeyi ihmal etmiyor.

Beniengelleme.org projesinde Engelli Park Kartları kullanılıyor. Amaç insanları hem uyarmak hem de bilinçlendirmek.



park uyarı



























Toplumda engelli algısıyla ilgili bir şeyler yapılması gerektiğini düşünüyor. Mevzunun sadece engelli park yeri olmadığını dile getiriyor.

Sokağa çıktığı her an bir sorunla karşılaşmak istemiyor. Öyle bir hastane düşün ki diyor asansör yok, insanlar seni iki kat sırtında çıkartmak durumunda kalıyor, ayrıca sokaklarda 20-25 cm kaldırım var, girişi çıkışı düzgün değil diye belirtiyor. Mekanların girişi çıkışı düzgün değil diyor.

Okuduğum üniversitede asansör yoktu diyor ve benim için okula ray sistemi yaptılar diye de belirtiyor, ama yine de tek başına hareket edemediğini ve yine çok şanslı olduğunu, bunun nedeninin çok iyi arkadaşları olduğunu söylüyor. (Taşkın ve Barçın'ın sayesinde üniversiteyi  bitirdiğini de eklemeyi unutmuyor)

Şu anki iş yerinin inanılmaz "engelli dostu" olduğunu söylüyor çünkü her yer düz ayak diyor ama her yerde bunun böyle olmadığını belirtiyor. Benchmark için gittiği iş yerlerinde durumun ne kadar vahim olduğunu anlatıyor.

"Dışarıya çıktığın her anda sıkıntı yaşıyorsun ve bu işin fiziksel  kısmı" diyor. Diğer bir boyutu ve en önemlisi toplum algısı diye belirtiyor.

Yaşadığı örneklerden yola çıkıyor ve artık bununla dalga geçtiğini söylüyor.Ve bunun için hoş bir örnek veriyor, toplumun olduğu bir yere girdiğinde insanların onu gördüğünde ilk önce durduğunu daha sonra yanından geçinceye kadar ona baktığını ve tam yanından geçerken de "geçmiş olsun" dediğini söylüyor. Ve gülerek bu insanlara  "geçeli on beş yıl " oldu diye yanıt verdiğini belirtiyor.

Aslında burada tam da belirtmek istediği toplumun onları hasta olarak görmemesi gerektiği...

Burada yine çıkıntılık yapıyorum ve insanların onu anlamasının çok zor olduğunu dile getiriyorum. O nasıl cevap veriyor peki?

''İnsanların bizi anlaması için bizimle zaman geçirmeleri gerekiyor'' diyor.

Türkiye'de oniki milyon engelli olduğunu ve ne yazık ki bu engellilerin bir çoğunun evinde zaman geçirdiğini dile getiriyor. Engellilerin toplumla çok daha fazla bütünleşik olması gerektiğine inanıyor ve o kırılması gereken algı var ya diyor, en basiti insanların bakışları, işte onlar ancak o zaman kırılır Semra diyor.

Normalde orantı hesabı yapsan Türkiye'de sokakta gördüğün insanların her dokuzundan bir tanesinin engelli olması gerekiyor diyor. Hadi bunların hepsi bedensel engelli değil diyelim diyor o zaman da her yüz kişiden birinin tekerlekli sandalyede olması gerekiyor diye açıklıyor.

Peki nerede bu insanlar diyor?  Hepsi evlerinde...

Toplumsal refleks diye bir kavram olmalı diyor. İnsanların birbirlerini uyarması, etkilemesi gerektiğini düşünüyor.İnsanların engellilerle ilgili bilinçlenmeleri gerektiğine inanıyor, bunun da hemen olmayacağının farkında olduğunu belirtiyor. Yavaş yavaş...

Engelliler için yapılacak en büyük şeyin toplumun algısının değişmesi olduğunu defalarca üzerine basa basa dile getiriyor.

Tüm Türkiye'yi bilinçlendirme hedefi olan ütopik bir adam olmadığını söylüyor ama bir kişiyi bilinçlendirse bile  kar kardır diye ekliyor. Birilerinin bir şey yapması gerektiğini ve onun elinden bunun geldiğini anlatıyor.

En büyük isteklerinden birinin sokakta daha fazla tekerlekli sandalyeli görmek olduğunu söylüyor ve gülüyor. Bir an ürküyorum karşımdaki insan sadist mi diye ama sonra açıklıyor sağ olsun. Evlerindeki tekerlekli sandalyeli insanların dışarı çıkmasını arzuluyor.

Bir sonraki projesinin de burada tüyolarını veriyor. Türkiye'de tekerlekli sandalyeye ihtiyacı olan binlerce insanın olduğunu belirtiyor. Devletin bir şekilde tekerlekli sandalye yardımı yaptığını ama bunun yetersiz kaldığını, ayrıca da bunların günlük kullanıma uygun olmadığını dile getiriyor. Normalde aktif tekerlekli sandalyelerin -tek başına- kullanılabilecek özellikte olması gerektiğini söylüyor.

Bir sonraki projesinin de tekerlekli sandalyeler üzerine  olacağını açıklıyor.

Niyazi'ye tüm yaşadıklarını ve düşüncelerini paylaştığı için teşekkür ediyorum ve böyle bir arkadaşa sahip olduğum için ben de kendimi şanslı görüyorum.

Ve herkesi bu bilinçlendirme projesine destek vermeye davet ediyoruz.

Beni engelleme projesine https://twitter.com/BeniEngelleme hesabından ya da www.beniengelleme.org web sitesinden ulaşabilirsiniz.

Aklınıza gelen her şeyi sorabilir, düşüncelerinizi, yaşadıklarınızı ve fikirlerinizi siz de bizimle paylaşabilirsiniz.


Unutmayın " O kişi siz olabilirdiniz "


Semra PINARLI

 

5 yorum:

  1. Öncelikle çok önemli bir yazı olduğunu belirtmek isterim. Herşeyden önemlisi toplumsal ön yargılarımızı ve aslında kendi düşüncelerimizde olan engelleri aşan bir yazı olmuş.Zira her ne kadar bu konuya objektif yaklaştığımızı düşünsek de, işin bir de yaşamadan anlaşılamayan bir boyutu, algılayamadığımız bir yüzü var. Bunun nedenini aslında Niyazi de ölümün beş safhası ifadesi ile çok güzel açıklıyor. Dolayısı ile bu duvarları aşan bir yaklaşım ve hayatı olduğu gibi kabul etmeyi öğretir, takdire şayan bir duruş var ortada. Herşeyden önce kendisini defalarca tebrik etmek isterim.

    İşin bireysel boyutundan sıyrılınca asıl önemli kısım ise söz konusu Beni Engelleme Projesi...

    Bence aynı fahri trafik müfettişliği mantığı ile ilerleyen bir sistem doğrultusunda, toplumsal bir bilinç ve farkındalık oluşturmak adına yapılanabilecek muhteşem bir fikir.

    Bu konuda; toplumun bir parçası olarak kendimi sorumlu ve bu yazı sayesinde bu projeye destek için hazır hissediyorum.

    Farkındalığınız ve sosyal yaşamı engelsizleştirmek adına desteğiniz için teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  2. Kendi gibi olmayanları dışlama, onlara acıyarak kendini iyi hissetme gibi çarpık psikolojideki insanlarla dolu olan toplumumuzda, bu tip insanların Niyazi'nin de altını çizerek belirttiği gibi "geçmiş olsun, nasıl oldu?..vs" şeklinde uzayıp giden meraklı bakışları ve sorgulamaları da düşünüldüğünde bu toplumda engelli olarak huzur içinde yaşamak gerçekten de hiç kolay değil! Geçenlerde Cüneyt Özdemir İngiltere'de yaşantısını anlatırken, sokaklarda kesinlikle bir engel olmadığından ve lokantalarda engelliler için özel sandalye bulundurma zorunluluğundan bahseden bir yazı yazmıştı.O yazıda vurgulandığı gibi meselenin Avrupa Birliği'ne girmek değil, Avrupalı zihniyetine sahip olmakta yattığı ise çok önemli bir gerçek. "Eşitlikten yanayım" demekle bitmiyor sorunlar çünkü. Koşulları sağlamak gerek. Örneğin Kadıköy Belediyesi'nin bu konuda çok güzel çalışmaları var. Artık Kadıköy'de sokaklar birer birer yenilenerek engelli dostu olmaya başladı. Kaldırımları ortadan kaldırıyorlar.Peki diğer belediyeler ne yapıyor? Şehir plancılarının bu konuyu ciddiye almaları için ille de Niyazi gibi kaza geçiren bir yakınları mı olmak zorunda? Yaşamadan da düşünülmeli bazı şeyler... Dedim ya, zihniyet meselesi.Bu nedene engelleme.org'un yaptığı gibi çalışmalar artmalı ve elbette geniş katılımla desteklenmeli. Böyle bir hikayeyi incelikle anlattığınız için ayrıca sizi de kutluyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba,

      Fikirlerinizi ve düşüncelerinizi paylaştığınız için ve okumak için bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.

      Umarım bu toplumsal algımızı hep birlikte değiştirebiliriz...

      Semra

      Sil
  3. Burcu Pınarlı18 Mart 2013 11:07

    Merhaba,

    Bence çok dozunda bir anlatımla güzel bir paylaşım olmuş.

    Keşke herkes Niyazi gibi kendiyle ve yaşadıklarıyla barışık olmayı başarıp, bu konuyla ilgili projeler üretme boyutuna geçebilecek kadar erdemli olsa.

    İnanıyorumki bu proje amacına ulaşacaktır, çünkü hem projenin sahibi aşmış,örnek bir insan hemde kendisine inanan çok güzel dostlara sahip.
    Bu dostlukları kazanmasında da yine kendi bakış açısının çok önemli olduğunu
    düşünüyorum.

    Başarılar, sevgiler..




    YanıtlaSil
  4. Merhabalar,

    Gerçekten yüreklere temas eden, ama bir o kadar da yaşama sevinci dolu bir hikaye bence. Özellikle hayata küsmek yerine bir sosyal sorumluluğun peşinden gitmek; hele ki engellileri topluma kazandırmak üzerine çalışmak gerçekten örnek alınası bir davranış.

    Dilerim Niyazi Bey'in çaktığı bu kıvılcım hepimize ders olur. Bir aleve dönüşür. Elimizden gelen her türlü desteği de vermek için yapabileceğimiz bir şey varsa da paylaşmanız bizleri mutlu edecektir.

    Saygılarımla.

    YanıtlaSil